TR
  • English
  • Türkçe
  • Deutsch
  • العربية
  • русский язык
  • español, castellano
  • Français
  • українська
  • فارسی
  • 中文 (Zhōngwén), 汉语, 漢語
  • gör

    Muğla

    Ege ve Akdeniz’i buluşturan Muğla, tarihin ve doğanın korunduğu, akvaryum gibi denizin çam ormanları ile iç içe geçtiği, zamanın durduğu yer olarak bilinmektedir.

    Ege Bölgesi’nin güneyinde yer alan Muğla, bir taraftan antik dönemden bu zamana kadar korunmuş tarihi ve kültürel değerleri ile diğer taraftan içinizi ısıtan güneşi, pırıl pırıl denizi ve keşfedilmeyi bekleyen koylarıyla ziyaretçilerin gönlünü fethetmektedir.

    Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Muğla’da ilk insan yerleşimi, bölgede yer alan mağaralardaki kaya resimlerine göre pre-historik döneme kadar uzanmaktadır.

    Muğla’yı ziyaret edenler bir taraftan deniz, kum ve güneşin tadını çıkarırken, diğer taraftan bölgede yer alan yüzlerce müze ve ören yeri ile antik kentleri ziyaret ederek adeta tarihte yolculuğa çıkarlar.

    Muğla Kültür Evi

    Muğla Kültür Evi en çok sevilen ve ziyaret edilen yerlerden biridir. Tarihi 1800’lü yıllara kadar uzanan ve 1999 yılında kamulaştırılan Kültür Evi’nde hem Türk hem de Rum mimarisini bir arada görmek mümkün.

    Muğla Müzesi

    Müze, açık avlulu, iki katlı dikdörtgen bir plan üzerine oturmakta olup, Arkeoloji, Etnografya, Gladyatörler ve Doğa Tarih Salonları mevcuttur. Etnografya bölümünde gündelik hayatta kullanılan giyim-kuşam aksesuarları ve kap kacaklar, bunun yanısıra dokuma ve marangozluk meslekleriyle ilgili araç gereçler, Gladyatörler salonunda Stratonikeia antik kentinde ele geçirilen 7 adet Gladyatör Mezar steli, arkeoloji bölümünde 9 milyon yıllık bitki ve hayvan fosili sergilenmektedir.  

    Yağcılar Hanı

    Tarihi 1940’lı yıllara kadar uzanan Yağcılar Hanı kentin  geçmişinde  önemli bir ticaret merkeziydi. Eski zamanlarda yağhanelerden oluşan  ve günümüzde restore edilen hanın avlusunda yer alan çınar ağacının gölgesinde bir de dinlenme alanı bulunmaktadır.  Geziniz sırasında bu çınar ağacının altında bir çay molası vermenizi öneririz.

    Saburhane Meydanı

    Saburhane Meydanı özgün mimari karakterin coğrafyayla uyumlu şekillendiği, Türk-Rum yada Müslüman-Hristiyan olmak üzere iki farklı kültürün bir arada yaşadığı tipik bir yerleşmedir. Meydan adını bir zamanlar burada yer alan hapishaneden alır. Saburhane Meydanı,  burada bulanan 400’e yakın tescilli ev, 170’e yakın sivil mimarlık örneği yapısı, 100’e yakın sokağı, eski hanları, şadırvanları, arastası, meydanları ve camileriyle örnek bir Kentsel Sit alanıdır. Kimi evlere çıkmaz sokaklardaki avlu kapılarından geçilerek ulaşılır. Açık ya da kapalı ön sofaları, ahşap süslemeleri verandaları, duvara gömülmüş dolap şeklindeki banyoları Muğla evlerinin ve bu bölgedeki evlerin belirgin özelliklerindendir.

    Muğla Evleri ve Bacası

    Şehrin önemli simgelerinden biri olan geleneksel Muğla evlerinin biçimlenmesinde doğal ve soysa-kültürel çevre faktörleri önemli rol oynamaktadır. Muğla evlerini genel olarak Türk evi ve Rum evi olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Geleneksel Türk evlerindeki haremlik ve selamlık ayrımı Muğla evlerinde yer almamaktadır. Genellikle iki katlı inşa edilen Türk evlerinde bahçeye açılan alana “hayat” adı verilmektedir. Rum evleri ise genellikle iki katlı, taş yapılı sade çizgilere sahip evlerdir. Evlerin alt katı genellikle depo olarak, üst kat ise yaşam alanı olarak planlanmıştır. Ön cephesi cadde ya da sokağa bakan evlerin bir duvar yardımıyla etraftan ayrılmaması tüccarların toplumdaki statüsünü göstermektedir.

    Muğla evlerini bölgedeki diğer evlerden ayıran en önemli özelliği bacasıdır. Muğla bacalarının şekillendirilmesinde iklim önemli bir rol oynamaktadır. Bacalar rüzgârı ve yağmuru kesecek biçimde üstü kapatılarak dikdörtgen biçimde şekillendirilmiştir. Taş ustalarının elinde alaturka kiremitlerin bütünlük kazanmasıyla oluşan “Muğla Bacası” kentin sembolü haline gelmiştir.

    Tarihi Arasta Çarşısı

    Şehri dış dünyaya bağlayan tek unsur, İzmir. Aydın. Çine, Tavas-Denizli güzergâhı iken bu güzergahı kullanan kervan yolu Muğla’dan geçiyordu. Deve kervanları bugünkü Sekibaşı Sokağı’ndan kente girerler ve bu yolu takip ederek merkeze varıp, bugün de kentsel sit alanının ticari merkezi olma niteliğini koruyan bölgesinde Yağcılar Hanı, ve Kocahan’ da konaklarlardı. Kervanlar Saburhane semtinden şehri terk ederek, bugün de mevcut olan “Yılanlı Dağı Yolu” üzerinden Tavas’a ulaşırlar ve oradan da Denizli’ye geçerlerdi. Tarihi kervan yolunun geçtiği güzergâhta bulunan Yağcılar Hanı, İbrahim Hanı, Bacılar Han, Balcıoğlu Hanı, Konakaltı Hanı ve şu anda ayakta olmayan Kocahan’ ın eski yıllarda kentin en hareketli mekânları olduğu bilinmektedir. Arasta’da çeşitli mesleklerin loncaları vardı ve toplu olarak bulundukları yerlere adlarını verirlerdi.

    “Demirciler Arastası”, “Bakırcılar Arastası” günümüzde de halen aynı şekilde adlandırılmaktadır. Arastanın kuzeyinde yer alan Tabakhane de kent yapısı içinde önemli bir ticaret merkeziydi. Burada işlenen deriler kervancılardan çok ilgi görürdü. Kervancılar için önemli olan diğer mallar ise el tezgâhlarında dokunan bezler, orman ürünleri (kereste) ve Hamursuz dağından çıkarılan yüksek kaliteli kireçti. Muğla’nın eski kervan yolu güzergâhı üzerinde kuzey-güney, doğu-batı akslarının kesiştiği noktada yer alan geleneksel ticaret merkezi arasta tarihi dokusu sivil mimari özelliklerini yansıtan, ticari yoğunluğa sahip bir bölgedir.

    Gümüşkesen Mezar Anıtı

    Milas sınırlarındaki Sodra Dağı’nın doğu yamacındaki antik kent nekropolü (mezarlığı) sahası içinde yer alan ve dönemine ancak kent senatosunun kararıyla yapılabilecek bu ihtişamlı anıt, kuşkusuz Milasın yönetici, komutan gibi üst düzey bir kişiliği ve ailesi için inşa edilmiştir. Sodra Dağı ocaklarından çıkarılan gri damarlı mermerden inşa edilen mezar yapısı, arazinin meyilli olması nedeniyle elde edilen düz bir platform  üzerinde yükselir. Genel olarak gömülerin yapıldığı mezar odası, dinsel törenlerin yapıldığı sütunlarla çevrili orta kat ve bu sütunlar tarafından desteklenen çatı katı olmak üzere üç bölümden oluşur.

    Büyük mermer bloklarının birbiri üzerinden taşırılarak içe doğru daralması sonucu elde edilen çatının tavanı, taşa şekil vermenin üst düzey işçiliğinin yanı sıra, mezarda yatan kişinin  önemini vurgularcasına, geometrik  ve bitkisel motiflerle bir nakış gibi işlenmiştir.

    Genel form itibariyle, dünyanın 7 harikasından birisi olan Halikarnas Mozolesini çağrıştırsa da kendine özgüdür ve yakın benzerlerine daha çok Doğu Akdeniz ve Kuzey Mezopotamya (Güneydoğu Anadolu) da rastlanır. Mezar yapım tekniği ve mermer süslemelerin karakteristik özelliğinden dolayı, M.S. 2. yüzyılın ortalarına tarihlendirilmektedir.

    Kurşunlu Cami

    Kurşunlu Cami, Menteşe Balıbey Mahallesi'nde bulunan Osmanlı dönemine ait bir camidir. 1493’te Es seyit Şücaaddin tarafından yaptırılmıştır. 1900’de Şerif Efendi tarafından son cemaat yeri eklenmiştir. Minaresi de aynı yıllarda Hacı İsmail tarafından yapılmıştır. Eskiden otuz odalı bir medresesi de bulunan caminin Muğla’da ki diğer camilerden ayrılan en önemli özelliği kurşunla kaplanan büyük kubbesidir. Cami içinde yer alan kalem işi süslemeler Rodos’tan getirilen kök boyalarla işlenmiştir. Düzgün kesme taştan örme beden duvarları Selçuklu Mimarisi özelliği taşımaktadır.

    Şeyh Cami

    1565 yılında Şeyh Bedrettin tarafından yaptırılan cami, birkaç kez restore edilmiş ve minare 19. yüzyılın başlarında eklenmiştir. Muğla’nın en eski camilerinden olan Şeyh Cami tarihte önemli bir yere sahiptir. Evliya Çelebi, 1671 yılında şehre geldiğinde ziyaret ettiği Muğla'daki Şeyh Camisinden önemli bir eser olarak bahsetmektedir.

    Yelli Cami

    Surların doğusunda, Kepez denilen mevkidedir. Merkezi kubbeli caminin son cemaat yeri iki çapraz tonozla örtülüdür. Kubbe baklava desenli pandantiflerin üzerine oturmaktadır. Kapalı olan son cemaat yerine, batı cephesinin kuzey köşesindeki etrafı bir sıra kiremitle süslenen kemerle girilir. Ayrıca, doğudan geniş bir kapı doğrudan caminin içine girişi sağlar.

    Köşe taşları, kapı çerçevesi ve kemerler küfeki taştandır. Caminin içinde pandantiflerin hizasında duvarın içine saklanmış seramik küpler akustiği sağlamak içindir. Sıvanın dökülmesi ile ortaya çıkan küplerden çoğu kırılmış durumdadır. 14. yüzyıla tarihlenmektedir.

    Firuz Bey Cami

    Kentin merkezinde Firuz Paşa Mahallesi’nde geniş bir avlu ortasında yer almakta olan yapı 1394 yılında inşa edilmiştir. Hisarbaşı ve yeldeğirmeni arasındaki cami güneyi medrese odaları ile çevrili bir alanın ortasındadır. Yapıya kubbesinin kurşun kaplı olması nedeniyle Kurşunlu cami,  beden duvarlarında kullanılan mermerin renginden dolayı da Gök cami adı verilmektedir. Büyük avluya güney, kuzey ve doğu olmak üzere üç yönden giriş kapısı bulunmaktadır. Erken Osmanlı mimarisi özellikleri taşıyan yapı ters "T" planlıdır.

    Yediler Manastırı

    Muğla İli, Milas İlçesi, Bafa Mahallesi sınırları içerisindeki Gölyaka Köyünde yer almaktadır.

    Bölgede yer alan manastırlardan en büyüğüdür. Manastır alanı doğuda büyük, batıda tamamen kayalar ile çevrilmiş birer küçük avludan oluşmaktadır. Küçük avlunun kuzeyinde, çevresi duvarlar ile çevrelenmiş bir yukarı kale, güneyinde tek bir kaya üzerinde mazgallarla savunması güçlendirilmiş küçük bir sığınma kalesi vardır.

    Güneybatıda muhtemelen bir dinsel merkez bulunmaktaydı. Orada iki şapel ve şapel olarak kullanılan, iç tarafında bir duvarla oluşturulmuş apsise sahip bir mağara bulunmaktadır. Şapelin yer altına yapılmış ön odasına giriş, kilisenin batı duvarının önündeki dar merdiven vasıtasıyla sağlanmaktadır.

    Hristiyanlık için önemli olayların anlatıldığı Lazarus'un dirilişi, Hz İsa'nın çarmıha gerilişi, mezar konusu ve anastasis (diriliş) sahnesi, 'Hz. İsa'nın yaşamına, yaptıklarına ve ölümü'ne ilişkin sahnelerin yer aldığı freskler bulunmaktadır.      

    Saatli Kule

    1895’ te Muğla’nın ilk Belediye Başkanlarından Hacı Kadızade Süleyman Efendi ve eşi Pembe Ana, Hicaz’a giderken Şam şehrinde gördükleri kulenin bir benzerini Muğla’da yaptırmak istemişler ve ünlü Rum usta Filvarus’a (Mihail Konstantin’in oğlu) bugünkü saatli kuleyi yaptırmışlardır.

    Myndos Antik Kenti

    Antik yazarların sıkça sözünü ettiği şehirlerden bir tanesi bugün Gümüşlük diye tanınan, Karya’nın meşhur Kralı Mausolus’un kurduğu Myndos şehridir. Ulaşılması oldukça kolaydır. Bizans çağı kilisesi, birkaç sur duvarı, tepe üzerinde yanlışlıkla Leleg duvarı diye tanınan sur kalıntısı ile su içinde kalan dalgakıran ve kule kalıntısının dışında toprak üstünde görülen hemen hiçbir şey yoktur. Ancak iyi gözlendiği taktirde toprak altında yarı örtülü sütunlar, mozaik izleri, seramik parçaları hemen her yerde görülür. İskender’in kuşatıp da almadığı bu şehir, bugün şirin bir balıkçı köyüdür.

    Antik çağlarda şarap üreten yerlerden bir tanesidir. Mideye iyi gelir düşüncesiyle Myndos şarabı deniz suyuna karıştırılıp içilmiştir. Bu adet Antik çağda başka yerlerde de görülmektedir. Günümüz Myndos’u olan Gümüşlük beldesi mandalina bahçeleri ile ünlüdür. Az da olsa kilim de dokunmaktadır.

    Mausolus çağında Gümüşlük yakınlarındaki Koyunbaba Mevkii, taş ocağı olarak kullanılmıştır. Görülmeye değer yerlerdendir.

    Bodrum Antik Tiyatrosu

    Halikarnassos Antik Kentinin kuzeyinde yer alan ve nekropol yani mezarlık olarak kullanılmış olan Göktepe'nin güney yamacına yaslanmış, M.Ö. 4. yüzyıla tarihlenen görkemli bir yapıdır. Roma İmparatorluk Çağı öncesi tiyatroların tüm özelliklerini taşımaktadır. Antik Tiyatro, Klasik çağdaki Bodrum'dan günümüze ulaşabilen tek yapıdır. Tiyatronun ilginç nitelikleri arasında, oyunlardan önce Dionysos uğruna kurbanların kesildiği sunağı ve bazı koltukların arasındaki, belki de gölgelik olarak kullanılmış olabilecek delikler vardır. Her koltuk arasında 40 cm'lik bir mesafe bırakılmış olan tiyatro 13.000 kişi kapasitelidir.

    Kadı Kalesi Kilisesi

    Ana yapısı sağlam durumda olan Kadı Kalesi Kilisesi,  halen boş ve kullanılmamaktadır. Yapıların bir çoğu Helenistik dönem mimarisinin örnekleri olarak ilgi çekmektedir. Eskiden Bodrum kadıları, önemli kararları almak için bu binalarda toplanırlardı. Kadıkalesi, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yöresel kararların alındığı en önemli bir yer olmuştır. Yine Osmanlı döneminde donanmanın ikmal limanı olarak kullanılmış daha sonraları Kos adası ve  Kalimnos adası ile sınır ticaretinde önemli rol oynamıştır.

    Bodrum Kalesi

    Bodrum Kalesi, antik çağda Zephyirion olarak bilinen eskiden ada ancak günümüzde yarımada konumundaki bölgeye inşa edilmiştir.  Merkez üsleri Rodos olan St. Jean şövalyeleri tarafından 1406 yılında yapılmıştır. Bodrum Kalesi, Şövalyeler Döneminin orijinal plan ve karakterini korumakta ve Gotik mimari özelliklerini yansıtmaktadır.

    Kale, Anadolu’da St. John şövalyelerine ait iyi korunmuş tek örnektir. Ayrıca dünyanın en iyi korunmuş Ortaçağ anıtlarından biridir ve yekpare bir miras olarak ayaktadır. Kalenin yapımında dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleion’un deprem sonucu yıkılışı sonrası elde kalan taşlar kullanılmıştır.

    St. Jean şövalyelerinin, 1523’te Bodrum’u terk etmelerinden sonra Osmanlılar tarafından 19. yüzyıla kadar hapishane olarak kullanılan kalede, 1. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ve Fransız bombardımanı nedeniyle hasar oluşur.

    Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi

    Bugün Bodrum Kalesi, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi Türkiye’nin tek, dünyanın ise en önemli birkaç sualtı müzesinden biridir. Müze 1995’te Avrupa’da Yılın Müzesi yarışmasında “Özel Övgü” ödülünü almıştır.

    Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde 14 sergi salonu bulunmaktadır ve dünyanın en zengin Doğu Akdeniz Amfora koleksiyonuna sahiptir. Müzede Yassıada, Şeytan Deresi ve Serçe Limanı batıkları da sergilenmektedir. Müzede sergilenen, dünyanın en eski batık gemi enkazı olan Serçe Limanı Batıkları Cam Enkaz Salonunda bulunan sergide, 1025 yılında batan gemiden 3 ton kırılmış ve kırılmamış cam çıkarılmıştır. Ayrıca, dünyanın en büyük İslam Cam Koleksiyonu da burada sergilenmektedir.

    Bodrum Arkeoloji Müzesi’nde; Karyalı Prenses Salonu, İngiliz Kulesi, Doğu Roma Batığı, Türk Hamamı Sergisi, Cam Batığı Salonu, Alman Kulesi, Sikke ve Mücevherat Salonu, Cam salonu, Saklı Müze Yılanlı Kule, Uluburun Batığı, Zindan, Kumandan Kulesi ve Tektaş Cam Batığı kısımları bulunmaktadır.

    Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi'ndeki en büyük eser koleksiyonu amphoralardır. Çapraz tonozun yanında bulunan Balta Kulesi “Kraliçe Ada” salonudur.

    Mausoleion Anıt Müzesi

    Antik dünyanın yedi harikasından birisi olarak kabul edilen  Mausoleion, Bodrum’da gezip görmeniz gereken en önemli tarihi yerlerden birisidir. Persler tarafından Karia Bölgesine Satrap olarak atanan Hekatomnoslar Sülalesinden olan Mausolus tarafından, kendi adına daha hayatta iken (M.Ö.353 yılında) yapımına başlanmış ve ölünce karısı ve aynı zamanda kız kardeşi olan Artemisia tarafından yapımına devam edilmiştir.

    Dönemin en önemli yöneticisi olan Mausolus, olasılıkla kendi ölümsüzlüğünü ve büyüklüğünü sembolize etmesi için böyle önemli bir yapıyı yaptırmaya karar vermiştir.

    Türk edebiyatının Bodrum'la özdeşleşmiş öykü, deneme ve roman yazarı “Halikarnas Balıkçısı”olarak da bilinen yazar Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Mausoleion’un mimarisi ile ilgili olarak:  “Düşün bir kez! Bütün geleneklere bir tekmevurarak yepyeni bir şey yapmak... İnsanı deli eder yahu! Bu meydan okuyuşu düşündükçe, içimde bir trampet ve tambur gürlüyor” diye yazmıştır.

    Dünyanın yedi harikası listesinde Mausoleion’un yüksekliği 80 iyon ayağıdır. Bu da yaklaşık 50 metre, 20 katlı bir apartman yüksekliği kadardır.

    Antik yazarlar yapının mimarının, Priene Athena Tapınağı’nın da mimarı olan Pytheos olduğunu yazmaktadır. Vitrivius, M.Ö IV. yy’da dönemin en önemli heykeltraşlarının bu yapıda çalıştığını söyler. Heykeltıraşlardan Bryaxis, aslında Karialı’dır ve Mousoleion’un en üstünde bulunan dört atlı arabanın üstünde bulunan Mausolus ve Artemisia heykellerini yapmıştır.

    Anıt 1500 yıl ayakta kalmış ancak 1304’te yaşanan depremde yıkılmıştır. Bugün Mausoleion “Dünyanın Yedi Harikası” içinde düzenlenmiş tek ören yeri olarak kültür tarihi içerisinde yerini almıştır.

    Stratonikeia Örenyeri

    Stratonikeia antik kenti İ.Ö. 3. yy’da kurulmuştur. Suriye Kralı I. Seleukos eşi Stratonike'yi, oğlu Antiokhos'a verdi. Antiokhos da önce üvey annesi sonra eşi olan Stratonike adına kent kurdu. Gezgin ve yazar Strabon'a göre kent, çok güzel yapılarla donatılmıştı. Yapılan kazılarda ele geçirilen sikkelerden, Stratonikeia sikkelerinin Rhodos'tan bağımsızlığını kazandığı İ.Ö. 167'den itibaren basılmaya başlandığı ve Gallienus (İ.S.253-268) zamanına kadar devam ettiği anlaşılıyor. Kentin akropolü güneydeki dağın tepesindedir. Bu tepenin çevresi bir surla çevrilmiştir. Kuzeyinde, yamaç üzerindeki bir teras üzerinde şimdiki karayolunun hemen altındaki, bir yazıtta imparator için yapılmış küçük bir tapınağın kalıntıları göze çarpar.

    Stratonikeia, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma İmparatorluk, Bizans, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerine ait yapı ve kent dokusunun birlikte görülebileceği nadir yerlerdendir. Kapladığı 7 kilometrelik alanla, dünyanın mermerden inşa edilmiş en büyük kentlerinden biridir. Türk mimarisi açısından önemli örneklere sahip olan kent, insan yapımı anıtsal ihtişam ile doğal çevrenin güzelliğini bir arada görmek mümkündür.

    Herakleia Örenyeri

    Latmos, Hellen dilinde bir sözcüktür. Antik çağlarda bu bölge Ana Tanrıça Lada’dan ötürü bu isimle tanınmaktadır. Hellenler Lada ismini Latmos olarak değiştirerek şehre de bu ismi vermişlerdir. M.Ö. III. yy. başlarında on yıl kadar Ptolemaios sülalesinden Pleistarkhos’un yönetiminde kalan şehir bu devrede Pleistarkheia diye, daha sonra da Lysimakhos tarafından Latmos kıyısındaki Aleksandreia diye isimlendirilmişse de bunlar kalıcı olmamıştır. Şehrin ne zaman inşa edildiği kesinlik kazanamamakla beraber tarihte isminden en çok M.Ö. II. Yüzyılda Miletos-Magnesia Savaşı’nda bahsedilmiştir. Roma devrinde şehre bağımsızlık verilerek önemi ortaya çıkmıştır. VII-IX. yy’larda piskoposluk merkezi olarak birçok kilise ve manastır inşa edilir. Latmos Herakleia’sı en parlak devrini Helenistik dönemde yaşamıştır. Şehrin sur duvarları M.Ö.287’de Lysimachos tarafından genişletilmiş, uzunluğu 6.5 km’ye ulaşmıştır.

    Herakleia’nın tamamen terk edildiği yıllardan bir süre sonra M.S. VIII. Yy.ın ilk yarısında manastır ve kiliseler yapılmıştır. Paleotik zamandan Neolitik zamana geçişi simgeleyen kaya resimlerinden 170 tane bulunmuştur.

    Kaunos Kaya Mezarları

    Kaya mezarlarıyla Türkiye’nin en çok ilgi çeken ören yerlerinden biri olan Kaunos, ticari açıdan önemli bir liman kentiyken zamanla denizin alüvyonlarla dolmasıyla liman özelliğini kaybetmiş. Kentin kalbini oluşturan akropol 152 metre yükseklikteki tepeye kurulu. Kent surlarının kuzey yönünde olanı Ortaçağ’dan kalmış. Uzun sur, limanın kuzey yönünden başlayıp Dalyan Köyü’nün ilerisindeki sarp kayalığa kadar uzanıyor. Surun kuzey kısmı Kaunos’un içinde yer aldığı Karya bölgesinin ünlü satrapı Mausolus dünyanın yedi harikasından biri kabul edilen mezarı Bodrum’da Halikarnassos döneminde yapılmış. Kuzeybatı yönündeki sur duvarları Hellenistik Dönem’den (M.Ö. 323-M.Ö. 30), limana doğru uzanan surlar ise Arkaik Dönem’den (M.Ö. 750-475) kalma. Akropolün eteğinde antik kentin tiyatrosu bulunuyor. Tiyatronun batı yönündeki yapı kalıntılarından biri bazilika tipi kiliseye ait, kentteki diğer kalıntıları ise Roma hamamı ve tapınaktan geri kalanlar oluşturuyor. Dalyan’dan da görülebilen kaya mezarları M.Ö. IV. yüzyılda yapılmış, daha sonraları Roma döneminde de kullanılmış. İskeleden görebileceğiniz kayalara oyulmuş kovuklar, Kaunos’a yük taşımak için antik limana yanaşan gemilere fener görevi gören dev ateşlerin yakıldığı yerlerdir.

    Knidos Antik Kenti

    Rodos Birliği’ne bağlı olan Knidos, Datça Yarımadası’nın en uç kısmında, Ege ve Akdeniz’in birleştiği noktada, Tekir Burnu üzerinde konumlanmasıyla Batı Anadolu kıyı kentlerinin en önemlilerinden biridir. Knidos, şarap ihracatı sayesinde gelişmiş bir ticarete sahipti. Yuvarlak ve köşeli kulelerle kuvvetlendirilmiş surlarla çevrili kentin askeri ve ticari olmak üzere iki limanı vardı. Örenyerindeki önemli yapılar ve alanlar Dor Tapınağı, Apollon Tapınağı ve Sunağı, Yuvarlak Tapınak ve Sunağı, Meclis Binası, Korinth Tapınağı, mevsimi ve zamanı gösteren güneş saati, Tiyatro, Dionysos Tapınağı ve Stoası, Yamaç Evleri, Odeon, Demeter Kutsal Alanı, Nekropol ve Kap Krio Yarımadası’dır. İngiliz arkeolog Charles Newton, 1858 yılında Knidos’ta kazı yaparken, günlüğüne şunları yazmıştı: “Halikarnassos’un gurur duyacağı bir anıt mezarı: Mozole’si, Rodos’un bronzdan dökülmüş anıtsal bir heykeli: Helios’u varsa, küçük Knidos kentinin de aynı şekilde gurur duyabileceği bir Afrodit Heykeli vardır; o heykeldir ki, Bithynia (Ege bölgesinin kuzeyi) Kralı Nikomedes, karşılığında kentin bütün gelirini ortaya koymuştur; Knidos’un bütün borçların silmiştir, ama nafile” Heykeltıraş Praksiteles’in Knidos için yaptığı çıplak Aphrodite heykeli günümüzde bulunamamış olsa da kaidesi görülebiliyor.

    Tlos Antik Kenti

    M.Ö. II. yüzyılda Tlos'un Lykia Birliği'ne girmiştir. Bizans döneminde de varlığını sürdüren Tlos XIX. yüzyıla kadar hayatiyetini sürdürebilmiş nadir ören yerlerinden birisidir. Fethiye - Korkuteli yolu üzerindeki Kemer bucağından 13 km sonra Yaka Köyü’ndeki Kale Mahallesinden ulaşım sağlanır. Lykia şehirlerinin tarihlerinin M.Ö. V. yüzyıla kadar gittiği bilinmektedir. Daha eski belgeler ele geçmediği için bu şehirlerin kuruluşlarını tam olarak bilinememekte ancak Lykia'da hayat II. binlerde başlamaktadır. Tlos'da tesadüfen bulunan bir baltanın da M.Ö. II. bin yıla ait olması da bu tezi kuvvetlendiren bir delildir. Tlos'un II. bin yılda Talawa adıyla varolduğu bilinmektedir.

    Hekatomnos Anıt Mezarı

    Hekatomnos Anıt Mezarı ve Kutsal Alanı, Anadolu’nun güneybatısında yer alan Karya Bölgesi’nin en önemli kentlerinden olan Muğla İli’nin Milas İlçesi’nde yer almaktadır. Söz konusu Anıt Mezar ve Kutsal Alanı; Temenos Duvarı, Menandros Onur Sütunu, Podyum ve Mezardan (Taşıyıcı Oda, Mezar Odası, Lahit ve Dromos) oluşmaktadır. Antik dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve günümüze “Mozole” (Mausoleum) kavramını taşıyan, “Halikarnas Mozolesi”nden (Halicarnassus Mausoleum) daha erken bir dönemde, aynı boyutlarda Mausolus’un babasına ait olan ve günümüze kadar ulaşabilmiş tek örnek olması bakımından Anıt, eşsiz bir değer taşımaktadır. Antik çağ dünyasının en önemli mezar anıtı ve ölü kültünün temsilcisi olan yapıt, hem mimari tasarımı hem de sanatın diğer önemli kolları olan heykeltraşlık ve duvar resim sanatı açısından üst düzeydedir. Özellikle “Hekatomnos Frizli Lahdi” büyüklüğü, niteliği ve sahibinin öne çıkan kişiliğiyle Klasik ve Hellenistik Anadolu’da tek örnektir.

    Xanthos-Letoon Antik Kentleri (UNESCO Miras Listesi)

    Muğla il sınırları içerisinde yer alan Letoon, Antik Çağda Likya’nın dini merkezi konumundaydı. Bu kutsal alanda Leto, Apollon ve Artemis tapınakları ile birlikte, bir manastır, bir çeşme ve Roma Tiyatrosu kalıntıları bulunmaktadır. Artemis ve Apollo’nun annesi Leto’ya adanmış olan en büyük tapınak, batıda bulunan ve peripteros tarzında yapılmış Leto Tapınağıdır ve 30.25 m’ye 15.75 m büyüklüğündedir. Doğuda yer alan Dor tarzında yapılmış olan Apollo tapınağı, Leto tapınağından daha az korunmuş durumdadır ve 27.90 m’ye 15.07 m boyutları ile daha küçüktür. Her iki tapınağın ortasında yer alan ve en küçük tapınak olan Artemis tapınağı 18.20 m’ye 8.70 m boyutlarındadır. Letoon antik kenti kendisine 4 km uzaklıkta olan, Xanthos ile birlikte UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır. Antik kent Likya Yürüyüş Yolu rotasındadır.

    Fethiye’ye 46 km uzaklıkta, Kınık köyü yakınlarında bulunan XanthosAntalya il sınırları içerisinde yer almaktadır. Antik Çağda Likya’nın en büyük idari merkezi olan, M.Ö. 545’te Perslerin egemenliğine girene kadar bağımsız olan kent, bundan yaklaşık olarak yüzyıl kadar sonra tamamıyla yanmıştır. Bu yangından sonra şehir tekrar inşa edilmiş, hatta M.Ö. II. yy.da Likya Birliğinin başkenti olma görevini üstlenmiştir. Daha sonra Romalıların kontrolüne giren kent, bundan sonra Bizans egemenliğine girmiş ve 7. yy’daki Arap akınlarına kadar Bizans egemenliğinde kalmıştır. Yerleşen her uygarlığın inşa ettirdiği yapılarda Likya gelenekleri, Helenistik ve Roma dönemi etkilerini gösteren bu merkez 1988 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.

    Sedir Adası

    Sedir Adası ören yerinin rakımı yaklaşık olarak 0 metre ile 15 metre arasındadır. Alana ulaşım Muğla İli, Ula İlçesi, Akyaka Mahallesinden günü birlik gezi tekneleri ile yada Marmaris İlçesi, Çamlı Köyünde bulunan teknelerle sağlanmaktadır.

    Eski ismi Kedreai olan ada, Keramos Körfezi’nin doğusunda bir yerleşmedir. Türk Döneminde ‘Şehiroğlu’ diye adlandırılan Ada günümüzde ‘Sedir’ olarak isimlendirilir. Adanın ismi sedir ağacından gelse de bugün adada sedir ağacı yoktur.

    Yaklaşık 800 m’lik bir kıyı uzunluğuna sahip olan Ada, yanı başındaki Orata ve Küçük Ada ile birlikte üç adadan oluşur. Sedir Adasında yerleşim adayı ikiye ayıran isthmos’un (kıstak) doğu tarafında oluşmuştur. Kentin tiyatrosu, kutsal alanları, konut, liman ve diğer pek çok önemli sivil ve dinsel yapıları, surlarla çevrili bu alan üzerindedir. Nekropol alanı, liman ve diğer sivil yapıların bir bölümü ise adanın doğu yakasındaki ana karada yer alır.

    Eski çağda Sedir Adası’nın da içinde olduğu topraklar, Rhodos’un mülkü sayılırdı. Bozburun Yarımadası Rhodos Peraia’sı içinde, antik çağ boyunca Rhodos etkisi ve hâkimiyetinin en yoğun olarak görüldüğü kesimdir. Kent içinde 2500 kişi kapasiteli bir tiyatro, Apollon Kutsal alanı, Büyük Bazilika, Kıstak Kilisesi  ve Agora bulunmaktadır.

    Idyma

    Yaklaşık iki bin beş yüz yıllık bir geçmişi olan Antik İdyma kenti Gökova körfezinin kuzeydoğu köşesinde Akyaka beldesi sınırları içerisindedir. Günümüzde İdyma kentine ait kalıntılar Gökova köyünden Kıran dağı eteklerine kadar uzanmaktadır. Gökova köyünün hemen kuzeyinde yükselen tepe üzerinde İ.Ö. 4. ve 3. yüzyıllara tarihli kentin akropolisine (yukarı kent) ait kalıntılar göze çarpmaktadır. Aynı tepenin doğu tarafında ise acılara ve üzüntülere tanıklık etmiş nekropolis (mezarlık) yer almaktadır. Tepe boyunca uzanan kayaların oyulması ile elde edilmiş mezarlar ölümden sonraki yaşamlarını sürdürmeleri için adeta bir evi anımsatırcasına inşa edilmiştir. Kaya mezarlarından bazıları dönemi içerisindeki sosyo-ekonomik farklılıkları göstermesi adına, Anadolu’daki birçok antik kentte görebileceğimiz tapınakların formuna uygun olarak, diğer kaya mezarlarından daha zengin bir tarzda yapılmıştır. Söz konusu kaya mezarlarından en iyi korunmuş örneği günümüzde Akyaka-Gökova köyü arasında, İnişdibi olarak adlandırılan mevkideki anıtsal kaya mezarıdır. Aynı yol üzerinde Azmak kenarındaki alçak tepe üzerinde yer alan Bizans kalesi ayakta durmaktadır.

    Aminthas Kaya Mezarı

    Fethiye sınırları içinde yer alan ve dik kayalık yamaç üzerine oyularak yapılmış 3’ü tapınak tipinde, diğerleri sivil mimari örneklerini yansıtan birçok kaya mezarı bulunmaktadır. 3 tapınak tipinden biri olan ve halk arasında “Kral Mezarı” olarak bilinen bu mezar, diğer ikisine göre nispeten daha sağlam kalmıştır. Doğu ante duvarlarının orta bölümündeki “Hermapias oğlu Aminthas” yazısı nedeniyle Aminthas Mezarı olarak isimlendirilmiş olan ve M.Ö 4. yüzyıla tarihlenen bu İon Düzenli in antis (anteler arasına iki sütunun bulunduğu tapınak tipi) planlı bir tapınağın ön cephesinin kayaya yansıtılmış biçimidir. Şehrin simgesi olan ve hemen doğusunda aynı dik yamaç cephesindeki diğer mezarlar, Likya Bölgesinin metal ve ahşap işçiliği hakkında bilgi veren en iyi örneklerdir.

    Mezar odasına açılan bölümde, dört ana panele ayrılmış bir kapı tasviri vardır. Odanın iç kısmında düz ve kaba işlenmiş bir tavan ve üç adet kline bulunmaktadır.

    Telmessos Antik Kenti ve kaya mezarları 18. ve 19. yüzyıllarda birçok seyyah tarafından görülmüştür.

    Kayaköy

    Fethiye’nin 8 km güneyinde bulunan ve Antik Dönemde Karmylassos olarak bilinen Kayaköyü’nün geçmişi filolojik verilere göre M.Ö.3. binlere kadar gitmesine karşın mevcut kalıntılarda M.Ö.4.yy.dan daha aksiye giden buluntu henüz ele geçmemiştir. Kentte yamaca dayalı olarak izlediğimiz yapı gruplarının tamamı Osmanlı imparatorluğunun geç dönemlerinde azınlıklara tanınan haklarla 19.yy.ın II. yarısı ile 20.yy.ın ilk çeyreğinde iskân edilen Rumlarca yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluş yıllarında bölgede yaşayan Rumların batı Trakya’daki Türkler ile mübadele edilmesi sonucu boşaltılan kentteki yapıların ahşap olan kapı pencere ve üst örtü sistemlerinin doğal etkenler ile tahrip olmasıyla kent hayalet bir şehir görünümü almıştır. Terk edilen kentte kullanıldığı dönemde her biri 50 m2. den büyük olmayan manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan genellikle alt katları kiler hüviyetinde ikişer katlı, girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçlarının olduğu 350 ila 400 konut bulunmaktadır. Konutların yanı sıra evlerin arasına serpiştirilen çok sayıda şapel, 2 büyük kilise, 1 okul binası ile 1 gümrük binası yer almaktadır

    İztuzu Sahili – Caretta Caretta Kaplumbağalar

    İztuzu Plajı, Caretta Caretta kaplumbağalarının rastlandığı son kumsallardan birisi ve dünyada doğallığını koruyan ikinci plajdır. İztuzu Kumsalının sevimli sakinleri caretta carettaların boyları 1-1.5 metreyi, ağırlıkları ise 150 kiloyu bulmaktadır. Bu sevimli hayvanlar, kumsala çıkıp, arka ayaklarını kullanıp çeşitli çukurlar açıp ve en uygununa yumurtalarını bırakıp denize dönmektedirler. Günü dolup da yumurtadan çıkan yavrular içgüdüleriyle ay ışığını pusula alıp denize yönelirler. Kumsalı kat edip denize ulaşmak yavru carettaların minik adımları ile epeyce zaman aldığından, bu iş o kadar da kolay değildir. Güneş doğup ortalık ısınmaya başlayıncaya kadar yolu kat etmeleri gerekir. Bunu başaramayanlar sıcağa yenilir veya alıcı kuşlara yem olurlar. Tabi denize ulaştıklarında da tehlike bitmez. Belli bir büyüklüğe ulaşıncaya kadar balıklara yem olmaktan kurtulamazlar. Büyüyüp de dev boyuta ulaşabilen az sayıda carettaların yumurtlama dönemine ulaşanları içgüdüleri gereği tekrar dünyaya geldikleri bu sahile gelmektedir. Yumurtadan çıktıkları İztuzu sahiline bu kez yumurtlamaya gelirler.

    Yavruların yumurtadan çıkma zamanı gelince bu kumsalda ışık ya da ateş yakmak yavruları yanılttığı ve denizi bulmalarına engel olduğu için yasaktır. Yumurtalar koruma altına alınmakta, ayrıca sahilde kalıcı hiçbir tesis yapılmasına izin verilmemektedir. Yumurtlama zamanı, kumsalda dünyanın dört bir yanından gelen çevreciler kamp kurmakta ve zaman zaman yavruların sahile ulaşması için destek de olmaktadır.

    Antik Yürüyüş Yolları

    Muğla deniz-kum-güneş tatil türünün yanında birçok alternatif turizm türleri açısından büyük bir potansiyele sahiptir. Likya Yolu, Karia Yolu ve Kanuni Yolu alternatif turizm türü olan doğa yürüyüşü için büyük öneme sahip yürüyüş yollarıdır.

    Bunlardan bilinen en eski yollardan biri olan, uzunluğu 540 km’yi bulan ve izleği boyunca 19 antik kenti birbirine bağlayan Likya Yolu, dünyanın en iyi 10 uzun mesafe yürüyüş rotasından biri olarak gösterilmektedir.

    Göçerlerin hâlâ kullanmakta olduğu binlerce yıllık geçmişi olan Likya Yolu, Fethiye’den başlayarak Antalya’ya kadar uzanmaktadır. Likya yolu sahil ve dağlar arasından geçmekte, genel olarak Roma yolları, eski patikalar ve katır yollarından oluşmaktadır. Parkur boyunca  Kabak Koyu, Cennet Koyu, Kelebekler Vadisi, Patara, Kekova, Korsan Koyu, Gelidonya Feneri, Adrasan, Çıralı gibi doğal güzellikleri; Antiphellos, Sdyma, Letoon, Limyra, Simena, Xanthos, Patara, Apollonia, Chimera, Myra, Olympos, Phaselis… gibi antik kentleri görmek; bakir koylarda yüzerek yol üzerindeki yerleşim birimlerinde, konaklama tesislerinde ya da kurulacak çadırlarda konaklamak mümkündür.